Bu daha birinci yüzyıl, ilk günü kutlu olsun…
Daha nice yüzyıllara erişecek Türkiye Cumhuriyeti. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılı çok karışık olaylara sahne oldu. Devlet yönetimini ele geçiren İttihat Terakki Partisi, deneyimsiz ve yabancı ülkelerin adeta bordroya geçirip maaş bağladığı insanlardı. Bu beceriksiz, kişisel çıkarı ve hırsı vatan sevgisinin çok önünde giden siyasetçiler, imparatorluğu, birçok komutanın ve devlet adamının karşı çıkmasına aldırmadan Dünya Savaşı’na soktu.
O savaş ki, Osmanlı’nın parçalanıp, paylaşılıp yok edilmesi konusunda İngiltere, Fransa ve Rusya arasındaki ihtilaf üzerine çıkmıştı. Osmanlı, ne pahasına olursa olsun bu savaşa girmemeliydi. Ama İttihatçılar, son icraat olarak, ülkeyi 7 parçaya bölen Sevr Antlaşması’nı imzalayıp Almanya ve Kafkaslar’a kaçtı. Onlarla birlikte, Osmanlı İmparatorluğu da 624 yıllık tarihine veda etti.
Mustafa Kemal Atatürk, bu vedayı kabul etmedi. Osmanlı Genel Kurmay Heyeti’nin, birkaç yüksek rütbeli komutanının dışında, muhalefetine rağmen onları ve İngiliz İşgal Komutanlığı’nı adeta uyutarak, 1.624 günlük büyük mücadelesine başladı. Bin altı yüz gün, yok olan bir imparatorluğun küllerinden yeni bir devlet ve yeni rejim yaratmak için çok kısa görünebilir. Ancak unutmamamız gerekir ki, bunun arkasında, Erdoğan’ın Cumhuriyet Bayramı kutlama mesajında hatırlattığı gibi 2 bin yıllık bir devlet geleneği ve becerisi vardı:
“Biz, bin yıldır Bizans ordularından Haçlı seferlerine, Moğol saldırılarından milli mücadeleye nice sınamalardan geçerek insanlığın kadim yurdu Anadolu’yu vatanımız yapmış bir milletiz!”
Anadolu ilk yurdumuz değildi; ancak doğudan batıya, Orta Asya’dan Alp Dağlarına serüvenimizde iki imparatorluğumuzun temel taşı, ana vatanıydı. Atatürk ne maceracı İttihatçılar gibi Kafkaslar’ı ne de Asya steplerini vatan seçti: Yeni devletin merkezi Anadolu ve Trakya olacaktı. Anadolu, vatanımız olmaya devam edecekti.
Hanedanlar da bireyler gibi, ömürlerini tamamlıyor. Nitekim Osmanlı’nın son yılları, Osmanoğlu ailesinin siyasal ömrünü tamamladığına tanık olmuş ve Mustafa Kemal ile Anadolu’da yeni doğan siyasal seçkinlere yeni rejimin halk tarafından ve halk için kurulması yolunu açmıştı. Türkiye Cumhuriyeti, 100’üncü yılını bu idrakin egemenliğinde tamamladı ve ikinci asra ilk adımını attı.
100 yıllık tarihimiz ulusal egemenlik anlayışının getirdiği siyasal ahlak ile örgütlenmiş olmakla birlikte bir anlamda çocukluk hastalıklarından kurtulamadı. İttihat Terakki koca imparatorluğu da beraberinde sürükleyerek yok oldu; ama siyasal mirası, askeri darbelere kadar giden, bir vesayet geleneğinde yaşadı. Son 20 yılı, bu vesayettin kurtuluşun anıtı olarak kutluyoruz.
Karşımızda, Osmanlı’yı yok etmek için (Rus tarihçilerin Kanlı Paylaşım Boğazlaşması dediği) aralarında bir dünya savaşı bile yaşamış olan emperyalist ülkelerin yüz yıldır bitip tükenmeyen komploları, ihanetleri ve tuzakları hala devam ediyor. Bu unsurlar, Cumhuriyetimizin kurucu ortakları olan halklarımız arasındaki etnik barışı bozmak için hala ellerinden geleni yapıyorlar.
101’inci yaşının bu ilk gününde, Cumhuriyetimize ve ulusumuza uzun ömür ve yeni zaferler diliyorum. Nice bayramlarımız kutlu olsun.